27 Kasım 2009 Cuma

!!UçurtmanınKuyruğu!!

sevgili blog okuru konuyu görüp sanma ki inanılmaz bir tiyatro izleyicisiyim=)arada bir entellektüellik damarım tutar(o da neyse=)) tuttururum "gidiceeem tiyatroya gidiceeem diye"=)

aslında çok severim o sahnenin kokusunu,uzansam elini tutabileceğim mesafede insanların emek emek hazılandıkları bir oyunu sergiliyor olmasını,heran bir hata yapabilecek olma,sözlerini unutabilecek olma ihtimallerini..(genelde öle olmaz ama=))sinemaya gitmek daha kolay geliyor ama nedense insana..alışkanlık meselesi sanırım..neyse geçenlerde (bu sefer) abimin "tiyatroya mı gitsek" dürtmesiyle (sadece yazarın savaş dinçel olmasını referans alarak) ankara tiyatro festivali için çayyolu sahnesinde oynayacak olan "uçurtmanın kuyruğu" oyununa bilet aldım.giderken hepimiz yorgunduk ve açıkçası amaaaaaaaaan şurda güzel bi yemek yesek daha iyiydi triplerindeydik ama sonrası öyle olmadı,hiç öyle olmadı..gerçekten kendi adıma çok büyük bir keyif aldığımı söyleyebilirim klişe olacak belki ama hem güldüm hem duygulandım..babasının baskısı altında hayatı boyunca ezilen,yaşaması gereken çoğu şeyi belki de her şeyi ıskalamış bir yetişkinin kendi benliğini bulmasını,kendisiyle yüzleşmesini anlatıyordu oyun..uzun zamandır izlediğim en güzel şeydi(film,tiyatro,klip vs=))belki bizi istanbulda okuyan birileri vardır ve bu sözlerimi okuyup gitmek isterler..şiddetle tavsiye ediyorumm vee oyundan bi parçayla sözlerime son veriyorum=)


"uçurtmamın ipini iyice saldım. çok yukarılarda nazlı nazlı sallanıyordu. kuyruğuna yapışmış olan ben, aşağıda ipin ucundaki kendimi neredeyse göremeyecek kadar yüksekteydim. aşağıdan uçurtmayı idare ediyor, yukarıda ise kuyruk sefası yapıyordum. evler altımdan hiç oynamadığım tahta oyuncak şehirler gibi geçip gidiyor. aşağıdan kendime bağırıyorum: “gördüklerini bana anlatacaksın değil mi?” uçurtmanın kuyruğuna sıkı sıkı yapışmış ellerimden birini bırakıp aşağıdaki kendime nanik yapıyorum. aşağıdan bana kızıyorum, ama gene de seviniyorum. ip çok uzun. şehrin bu yakasındaki tepenin üstünden denizi geçiyorum. aşağıda vapurlar birer oyuncak gibi. sanki elimi uzatsam birini tutup cebime koyacağım, akşama evde leğene su doldurup oynayacağım onunla. bahçeler var şimdi aşağıda. kendime sesleniyorum aşağıya, biraz alçaltsın beni diye. “neden?” diye soruyor. sesi sanki yanımdaymış gibi. kulağına fısıldıyorum: “sonra anlatırım. sen alçalt.” yumuşak bir biçimde büyük bahçenin ortasındaki beyaz bir köşkün damına doğru alçalıyorum. damdan smokin giymiş bir kuş havalanıyor, yanımdan geçerken “hoş geldiniz” diyor. “bacadan… bacadan gireceksiniz.” tam bacanın yanına konuyoruz. baca bana hiç yabancı gelmiyor. sanki daha önce buraya leylekle gelmişim gibi bir duyguya kapılıyorum. hemen unutuyorum o duyguyu. uçurtmaya beni beklemesini söyleyip, bacaya giriyorum. baca şaşılacak denli geniş. döner bir merdivenle aşağıya iniliyor. duvarlarda beş yaşındaki büyük ressamların yaptığı tablolar var. aşağıdan çok güzel bir müzik sesi geliyor. bir şöminenin içine iniyor merdiven. şömine çok geniş bir salona açılıyor. çok fazla kalabalık değil salondaki insanlar. herkes gülüyor. duvarda kocaman bir yazı var: “yaramazlık yaparken kimseyi rahatsız etmeyin.” kadınlı erkekli bu insan grubunun yaş ortalaması altmış falan. kadınların bazısı gelinlik giymiş. bir tane sünnet entarili erkek var. kolları saatlerle dolu, elinde tef, orkestraya eşlik ediyor. orkestra elemanlarının en yaşlısı altı yaşında. akordeon, keman, trompet, klarnet ve bateriden meydana gelmiş bu orkestra. baterist daha dokuz aylık, annesinin kucağında çalıyor davulları, ama müthiş sololar çekiyor. orkestranın yanında büyük bir turşucu dükkanı, önünde bir simitçi. aralarına karışmak istiyorum. sünnet entarili olan beni görüyor, yanıma gelip hokkabazlık diplomamı soruyor. ben “yok” deyince, “o zaman şimdi gidin uçurtmanıza, gezintinize devam edin. bir gün gene gelirsiniz.” diye beni dama kadar yolcu ediyor. uçurtmam aynı bıraktığım yerde. kuyruğunu sallayıp “hadi” diyorum. yavaş yavaş yükselirken sünen entarili adam tefiyle arkamdan tempo tutuyor. altımda bahçeler, küçük vapurlar, kutu kutu evler ve ipin ucundaki kendimi seyrederek, süzüle süzüle aşağı inip, gene kendi cebime giriyorum. “neler gördün? anlat” diye soruyor bana. anlatamıyorum."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bunlarda Var:

Related Posts with Thumbnails