29 Temmuz 2009 Çarşamba

BizKüçükkenDeBuŞarkıBöyleAnlamlıMıydı?

Beni sev sev de anlama
Dokun hisset ne olur sorgulama
Sakın beni yargılama
Yapma değiştirmeye çalışma
Ah vazgeçme
Arzula,sev,okşa beni..üzme ne olur üzme..

Ele geçirmeye çalışma hiç böyle beni
Sen bana ben sana benzersek ne olur
Nasıl dayanır ki aşk bu kadar aynılığa
Beni neden sevdiğini hatırla ne olur
O ilk günler nasıl da aşkla sevişirdik..

Aşk incelik ister canım hoyrat olma
Beni böyle sev değiştirme boşver anlama
Bir güç savaşı değil bu kendi haline bırak
Galibi yoktur ki hiç aşk bu unutma..

Aşk bu aşk olacak
Sen izin verirsen yaşanacak..


yass notu:bu şarkının bu kadar güzel olduğunu 1 sene kadar önce keşfettim..oysa şarkı çocukluğumdan beri vardı ama sanki hiç böyle anlamlı değildi o zaman=)!!ya da ben sözlerinin anlamını farkedemeyecek kadar paten kaymak,bisiklete binmek vb. ile meşguldüm=)

magazin diliyle kalemine,yüreğine sağlık tarkan muhahah=)bak cıvıttım güzelim şarkıyı,kınıyorum kendimi...=)gittim.

26 Temmuz 2009 Pazar

Anyone Else But You


Kore sineması çakması olup fotoda arz-ı endam eden Ellen Page hanıma Oscar adaylığı getiren Juno filminden...Şarkının orjinali Moldy Peaches isimli bünyesinde Kimya Dawson gibi bir kadife sesi bulunduran gruba ait.

Moldy Peaches> http://rapidshare.com/files/260372362/10-anyone-else-but-you.mp3.html

Ellen Page&Michael Cera: http://rapidshare.com/files/260375624/Anyone-Else-But-You.mp3.html

edit:yüklediğim videoların gözükmediği ispiyonlanınca bari dedim amme hizmeti yapalım yükleme linki verelim.

23 Temmuz 2009 Perşembe

Kursakta Sıkışıp Kalan Heves Seni Azad Ediyorum,Siktir Git Artık!


Lafı hiç uzatmadan zart diye mevzuya girme isteğindeyim.Talihsizim ben!Tabi ki allahbismillahyallahmaşşallah diyerek Fıratvari bi şükretmek lazım öncelikle ama hevesin kursakta kalması gibi bir deyime sahipsek,oluşumunda ben ve benim gibilerin katkıları yadsınamaz,yadsınmamalı.Ne zaman bir şeye çok heveslensem ne zaman bir şeyden çok keyif alsam sonucu doğrudan hüsrana dönüyor.Sınıflandırarak gidersek:

Araba/Ehliyet:

>Ehliyet olmadan Eryaman’da çevirmeye yakalanıp arabayı bağlatmak,eşek yüküyle para ödemek.

>Ehliyet olmadan Dikmen tarihinin ilk ve tek çevirmesine yakalanıp yüz elli saat dil döktükten sonra polisin “De hadi ramazan ayındayız yürü git” kıyağıyla ikinci vukuattan yırtmak.

>Arkadaşa “Sen kaza yapmayı kolay mı sanıyorsun?” brifingi verilen esnada yandan bir minibüsün bodoslama bize dalması.

>Gecesinde içilip sıçılan bir günün ertesinde öğleden sonra 4-5 suları kaza yapmak,hiç beklenmeyen şekilde alkollu çıkmak,yeni değişen yasanın ilk kurbanlarından olup 3 kere mahkemeye çıkıp 1 ay hapis cezası alıp,para cezası ödemek,üstüne kaskonunda hiçbir boku karşılamaması.Ailenin gözünde guş kadar kalmak.

Cep Telefonu:

Aslında bunu dahil etmeyecektim ama en son Yass Hanım’ında olduğu gün gidince telefon, araya kaynatayım dedim.Tek madde halinde ele alırsak:

>Yaş 13:Düşürülen telefon,yaş:14:Gasp edilen telefon,Yaş 22:Çalındı mı düşürüldü mü akibeti belli olmayan telefon.Bir de oturduğum ev çevresinde Avea ve Turkcell’in birbirlerinin bazlarına yaptıkları kasıtlı sabotajdan ötürü son 2 aydır evde telefonun çekmemesi.Mesaj yazarken kırılan tırnakları katmıyorum bak.

Yurtdışı:

>Şirkete ilk taksit ödenmesine rağmen Araba/Ehliyet başlığının son maddesinin neden olduğu maddi kayıptan ötürü iptal olan WAT.

>Amcanın Avusturya’daki barında 3 ay çalışma imkanı,fırsat varken yeşil pasaport alınmaması,günümüzde taze üniversite mezunu Zen’e NAH(bu bir kısaltma değil bildiğin nah) vizesi verilecek olması.

>Kanada’da yüksek lisans için her türlü maddi manevi hazırlanılmış ideallerin hırs haline dönüştüğü esnada mezun olduğu okuldan gayri resmi asistanlık teklifi gelmesi ve Zen’in yine işin peşini bırakması(Kendinden 3.tekil kişi olarak bahseden bir insanım,tutmayın egomu).

>Lan onu bunu geçtim daha uçağa binmiş değilim hea!!

Gitar:

Geldik en cancanlı kısma;

>Ne zaman birilerine gitar çalsam zzttçççoongg efektiyle kopan gitar telini kabullenmişken ,arkadaşımın doğum gününde kırılan 7 yıllık emektarımın yasını uzun uzun tutup artık bu yaptırsam da iflah olmaz mantığıyla yeni aldığım gitarımı daha alalı 4 ay olmadan yere düşüp omzumla göçertmem.Hoş bu kadar seri şekilde gitar kırmanın inceden bi artisliğini de yapıyorum “Lan pek bi asiyim dizginleyemiyorum içimdeki çılgını gaza gelip yerlere vuruyorum gitarları” tadında.Ha benim çılgınıma ha benim asime aferin ona!Bugun iki gitarı birden yaptırmak üzere teslim ettim bakalım ne kadar dayanacaklar döndüklerinde?

22 Temmuz 2009 Çarşamba

Mütemadiyen Ankara'yı Özlüyorum Efenim!

2-3 gün diye gittiğim Trabzon'da 1 hafta kalınca az biraz afakanlar bastı beni.Nem,sıcak,yağmur,bilinmeyen şehir gibi etmenlerin bunda payı büyük.Şuan evi toplamam gerekiyor bu yüzden Yass Hanım’ın arkadaşım nerdesin serzenişi üstüne böyle kısa bir girizgah yapabiliyorum anca.Doğu Karadeniz izlenimleri altında birkaç anekdot aktaracağım ilk fırsat bulduğumda.

21 Temmuz 2009 Salı

ArkadaşımNeredesin?

blogdaşım zen kayıplarda olduğu için benim de yazma isteğimde de bir buharlaşıp uçma durumu söz konusu=)bunu 70 milyonla paylaşmayı arzuladım ve paylaştım(100 milyon falan olmuştur artık bence ama neyse)veee son olarak bu geceyi ennnnnnnnn kırosundan bir sözle bitimek istiyorum neden diye sorarsanız bilmiyorum=) "giden gitmiştir gittiği gün bitmiştir"(puhahaha şeklinde hönkürme efekti)

15 Temmuz 2009 Çarşamba

SeçmeceBunlar=)




Kırdım mı incittim mi birilerini
Kimleri kazandım, yitirdiklerim kimler?
.....
Yeniden düşünmeliyim
Dostluklarımı, ilişkilerimi
Gözlerim çocukluk fotoğraflarında mı kaldı
Yitirdim mi yoksa masumiyetimi?
......
Yokladım mı duygularımı
Hâlâ sevebiliyor muyum insanları?

......
Uçurum duygusuyla yaşadığımız hayat ey
O kadar çok anlattım ki
Kendime kaldım anlatmaktan...
Bunaldım kendisiyle boğuşmasını
Başkalarında çözmeye çalışan insanlardan

.....
Kaç zamandır duru, yalın, çalışkan, iyi insanlar özlüyorum
'İçtenliğin' ya da 'dünya görüşünün' kirletmediği
.....
Aranıp duruyorum adresini yitirdiğim insanları
Vitrin camlarına yansıyan yüzlerde
Bilmiyorum kalmış mıdır adresini yüzlerinde taşıyan insanlar?
Hâlâ bir umut var mıdır
?
......
Ne çıkmaz sokaktayım ne de mutsuz
Sadece rüzgârlardan daha güçlü olmak istiyorum o kadar
Açık denizlerde nice yolculuklara yelken açarken
Kış güneşinin mutlu ettiği bir kedi gibi mutlu, emin, tasasız
Sere serpe ve keyifli olmak tek isteğim ve dileğim
Senin ve benim , yani bizim için...


Mırıldandıklarım/Murathan Mungan

14 Temmuz 2009 Salı

Yazdan Kalma Bir Gün...Evet Yazdan...

Uyku düzenimin ne gaddar saçmasapan olduğu hakkında bi yazı yazmıştım zaten.Bu ara iyice saçmalayan bu sistem nedeniyle bu ara beraber kaldığım abimle aynı ev içinde günde en fazla 3-4 saat görüşebiliyoruz.Ben uyanırken(dün akşam 10’da uyandım diyeyim durum daha bi açıkça anlaşılsın) o uyumaya gidiyor ,o uyanıkken ben uyuyorum.Bu durumu kendi içimizde hırsızlık önlemi olarak adlandırmaya başladık çünkü evde 24 saat birileri uyanık vaziyette(uff uyanık yazmaktan yoruldum,bak hala…).İşte bu işleyişi durdurmak için bugün akşama kadar uyumamaya karar verdim.

Dedim madem uyumayacam kendimi şu sabah saatlerinde yeni uyanmış modlara sokayım,inanırsam uyumam.Zaten kahve-sigara ikilisi yüzünden kazınan midemi de mutlu etmek için pastaneye gitme kararı aldım.Camdan havayı kontrol etmek üzere bakınca üstümdeki şort,tişort ikilisine birde uzun kollu gömleğin eşlik etmesine karar verdim ve anlamsız bir kombinasyonla dışarı çıktım.Siyah şort,kırmızı tişort,yeşil gömlek…oo beybeaa dediğinizi duyar gibiyim.

Dışarda güneş var ama oldukça soğuk esen bir rüzgarda beraberinde. Hava tam okulun ilk başladığı zamanlar ,yazın bittiğini kabul etmek istemeyen okula giden bünyenin yediği rüzgarla ,gerçeklerle yüzleştiği kıvamda.Farkındayım enteresan bir tanım oldu ama bence herkes anlamıştır neden bahsettiğimi.Evin önündeki yokuşu çıkınca,Temmuz ortasında yaşadığım nostalji tavan yaptı.Çünkü okula gitmek için dolmuşa bindiğim noktaya ulaşmıştım.Ve işte sabahın bu saatlerinde görmeye alıştığım benden hiç hazzetmeyen güruh ordaydı(Bu arada biri beni aydınlatsın lütfen “Ve” ile cümle başlar mı?Emin değilim çekinerek öyle başladım,eğer kurallara uygunsa allaama hiç acımam her cümlemin başı yapar hatta adımı bile öncesinde “Ve” kullanarak söylerim yeminle).Başını halk ekmek büfesi kuyruğunda bulunan teyzelerin çektiği bu güruhta aynı zamanda her sabah o saatte ne yaptıklarını anlamadığım bıçkın mahalle delüannıları ve sabahına göre değişen kalıcı olmayan figuranlar bulunuyordu.

Önce teyzelerin yanından geçiyor ve kara camlı güneş gözlüğümle, yandan yandan çaktırmadan beni hatırlayıp hatırlamadıklarını kesiyordum.Ben onları ayırt edemiyorum çünkü onlar çekik gözlü insanlar gibiler,hepsi aynı sanki.Fakat sanki beni hatırladılar ve hatta her sabah :“Anam Hayriye tipe bak küpeli falan,nası tip anam bu?” “Oyy oyy sorma hemşirem ,bizim kız damat olarak bunu getirse bacaklarını ayırırım valla!” ya da buna benzer yaptıkları (tamamen hayal gücümdür bu konuşmalar ama o bakışlar başka anlama geliyor olamaz lan) muhabbeti yeniden bi tekrarlama şansına kavuştular.Oysa ki ben uzun saçlarımı kestirince Hayriye Teyze’nin gözüne girerim diye düşünüyordum,yıkıldım lan.

Teyzeleri atlattıktan sonra bıçkınların yanına geliyordum ve Türk erkekleri arasında yazılı olmayan kurallar doğrultusunda “Naayaksın koçum sen?” bakışmasını karşılıklı olarak yapıp yoluma devam ediyordum.Bu bakışmalar eko sistem için zaruridir ancak süresini ve şeklini ayarlamak kaidesiyle.Az bakarsan “adam mısın da hava atıyon koçum” mesajı verirken ,çok bakıldığında arkanızdan “gay lan heralde” yaftasını yeme riskiniz bulunur.16 yaşından sonra tüm Türk erkekleri kıvamı tutturmayı öğrenir.

Okul başlamış gibi,havada güneş var ama soğuk,durağın çevresi tipik ahalisiyle çevrili.Amma velakin ne okul var ne sonbahar gelmiş.Zaten benimde bi nebze içimi burkan bu oldu.Daha doğrusu sonbahar yine gelecek ama bu sefer uff okul başlıyo sıkıntısını yaşamayacam.Bu sefer okula gittiğimde arkadaşlarımla “geldik yine koduğumun okuluna” merkezli serzenişsel konuşmaları değil o arkadaşlarımdan bir kısmına “arkadaşlar haftaya Obama’nın TBMM’de yaptığı konuşmadan sorumluymuşsunuz ,B. Hoca öyle söyledi” diyen adam olacağım.Dur klişenin gözüne vurayım "Hayat garip lan" diyerek bitireyim yazıyı...Valla da bitirdim...

Ergen Kafası

Akşama doğru karşı apartmanın önündeki yaşları 13 ila 18 arası değişen bi grup ergen genci gözlemledim,daha doğrusu zorunda kaldım çünkü kendileri takipçileri olduğum süre içinde devamlı olarak apartmanın en alt balkonunda ikamet eden kendilerine aralarda sigara ve işve-cilve takviyesi yapan 2 kız kardeşin balkonu civarı ,o bet cırtlak arası sesleriyle “dünyayı kurtarıyorlar”ve dikkat çekmeye çalışıyorlar(sanırsam 13-15 arası kısım küçüğün,15-18 arası kısım ise büyük kardeşin peşinde).Kızlar bugun balkonda değildi ,babaları evdedir heralde.Ergenlerimizin seslerinin hypersonic bi etkisi olmasından dolayı evde abimle tv’yi laptopu bırakıp ister istemez onları dinliyoruz.Çaresizce birbirimize bakıp susmayacaklarını anlayınca çeyrek asırlık abim ondan daha bi cüsseli olmamı bahane ederek benden “Huoopp gençler hastamız var evde(yüzyıllık kolpadır) ama biraz sessiz yaa!” çıkışı bekliyor.Oralı bile olmuyorum çünkü annesi balkonda olan bir küçük çocuğa ve de balkona çıkması gülcemalıni göstermesi beklenen kızların peşinde olan ergene laf söyleyemem ben her iki güruhta tarumar eder adamı.Sok beni kahveye dayıların okey oynunu kesip susun az biraz yaa dememi iste, 2 bira sonrası belki bunu bile yaparım ancak çocuk ve ergenden korkarım arkadaş(deli ve palyaçodan da korkarım ama bunlar değil mevzumuz).Yaklaşık bir saat falan kendilerini dinleyip aralarında ki yaş sebebiyle oluşan hiyerarşiyle nasıl beyin fırtınaları yaşandığını ve akıllar verildiğini özümsedik,hayat derslerinin en heyecanlı yerinde nedense ayrıldılar mekandan.Belki benim bilmediğim başka bir balkonları vardır.

Dolaylı yoldan bu kadar ergenle muhatap olunca abimle biraz geyik çevirdik nası pis ergendik bizde diye ama onları buraya yazmasam daha hayırlı olacak. Benim ergenlik zamanı her ergen gibi olacağına yüzde yüz inandığım ve asla vazgeçmeyeceğim diye kendi içimde ayinlerle yeminler ettiğim bazı ideallerim vardı.Mesela hiçbir zaman metalden başka bir müzik tarzıyla muhatap dahi olmayacaktım(Şimdiki Zaman Parantezi)>(last fm yanda bakarsın şu an neler dinliyorum),mesela lise sona gelmeden radikal solcu bi partiye üye olup kızıllar içinde meydanlarda fink atacaktım(ŞZP>kısaca sosyal demokrat diyeyim ama?),mesela üniversitede ailemle hiç görüşmeyecektim(ŞZP>Evet aileden ayrı yaşadım ama gayette aradım sordum,eşeklik etmedim).Hatta arkadaşım B. ile tüm bunların harman olduğu öğrenci evinde geçen bir senaryo denememiz bile olmuştu.Şu post ergen safhada amacım lan ne kadar saçma şeylermiş deyip 15-6 yaşında ki Zen’le dalga geçmek değil sadece ne kadar sivri köşeler istiyormuşum hayatımda,şimdi düşününce bu ayarsızlığımla eğleniyorum sadece.Diğer miyonlarca ergen gibi kendimi bilmeden ama her boku bildiğimi sanıp nasılda atıp tutuyormuşum. Geçen hafta lise son-üniversite hazırlık suları bişeyler yazdığım bi siteye baktım neler yazmışım o sıralar diye. Almışım karşıma felsefeyi yalayıp yutmuş bi hatun kişiyi ve sayfalarca tartışmışım.Karşısındaki kişi yazılarında ne kadar bilgi verici kısmı bol tutmaya çirkefliği nadir kullanmaya çalışırsa çalışsın Zen en başta bir kavramla ilgili hatasını fark ettiği hatun kişiyi çirkefliklerle dolu aralara nadiren bilgi serpiştirdiği yazılarıyla resmen felsefeden soğutmuş.Hatun ne kadar “Lütfen Sayın Zen” menşeyli yazarsa dayamışım “Sen ne biliyosun beeeaa” leri.Böylesine kibar ve kültürlü birinin hatasını fark eden ergen böyle kendini kaybeder işte,ama hatun da harbiden malmış hiç mi çakmıyorsun karşındakinin pimi çekilmiş bir ergen olduğunu,neyi anlatıyorsun sen?

Neyse efendim çok uzattık yazıyı.Sadece daha 6-7 yıl öncesinden bugüne nasıl kafamın açıldığını görüp ,şimdiki düşünce ve ideallerimin sonraki yıllarda çok uç ya da manasız gelmesinden korkmaya başladım ama olsundur,gelsindir nası olsa “her şeyi biliyorum” ben=)).22 yaş ve hala içindeki ergen ölmemiş Zen iftiharla sundu.

13 Temmuz 2009 Pazartesi

AnlamsızTanımlamalarSilsilesi =)


Şimdi sayın okuyan kişi başlığa bakıp ne saçmalıyor bu kız diyor muhtemelen..Hemen açıklıyorum =)
Ben sanırım duygularını tuhaf yaşayan birisiyim biraz(!)Şöyle de olabilir ben de herkesle aynı duyguları yaşıyorum ama iş o duyguyu kelimelere dökmeye gelince benimkiler biraz garip oluyor =)ikisi de olabilir emin değilim çünkü bazen 'ohaaaaaaaaaaaaaa aynen öle oluyo gerçekteeeeen' şeklinde tepkiler aldığım gibi 'o ne demek lan' diye bağıran gözlerle de karşılaşabiliyorum...birkaç örnek geliyooooor; (ilkokuldaki kompozisyonlarımın diliyle "bu konuya örnek verecek olursam" :P)

**tatlı,elleri yumuk,kartopu gibi bir bebek gördüğümde,sevgili şımarıklık yaptığında,arkadaşa kanım kaynadığında "kıçım uyuşuo " mesela =)böyle kuyruk sokumum uyuşuyor sanki,birkaç saniye kendimi toparlamak için uğraşmam gerekiyor..sanki en iyi böyle anlatabiliyorum o durumu..üstelik 10 yaşımdan beri falan böyle sesleniyorum o duyguya =)

**güzelcene,en havalısından bir genç kız arz-ı endam ederken yavıklının(yassça yavuklu,sevgili) gözler kayıverdi o taraflara,yada bir telefon ediverdi yavıklı 'biz ayşe,fatma,cevriye şuraya gidiyoruz' diye.."içim gıdıklanıyo" bu seferde..korkmayınız zararsız bir durum=) böyle karın bölgemde bir huzursuzluk,böyle kuş tüyleri beni gıdıklıyormuş gibi bir hissiyatın adı bu da.. (yanlış olmasın kıskanmıyorum ben sadece içim gıdıklanıyo=))

**güzel bir film izlemişim,hayatımda her şey tıkırında,güzel birşey yapıyorum o an,balkonda keyif yapıyorum örneğin,annemle sohbet ediyorum,güzel bir kitap okuyorum..anlayın işte en güzelinden huzur verici bir şeyler yapıyorum..belki yapmıyorum da havada bir güzellik var..böyle durumların adı da "karnımdan ılık ılık bişeyler akıyor " ..

ben böyle tanımlıyorum bu duyguları...sizce kötü mü ediyorum?? :)

not:bu minik,pamuk,kıç uyuşturan ayak fotoğrafı için Çağrı Köse'ye teşekkürler!!

12 Temmuz 2009 Pazar

AdamDahaNeDesin?

'geleceğim, bekle' dedi,gitti..
ben beklemedim,
o da gelmedi..
ölüm gibi bir şey oldu,
ama kimse ölmedi.. (özdemir asaf)

yass notu:
Az ve öz dedikleri bu olsa gerek..Asaf klasiği!!Bu duyguyu (az demiş ama neler demiş duygusunu)bir de Ortaçgil'in güftelerinden alırım ben hep..Bir "sensiz olmaz" açayım kendime hemen=)Bir de Levent Yüksel söylüyorsa tadından yenmez şimdi=)Ne demiş Ortaçgil Babamız o güzel şarkıda ;..aşk bir dengesizlik işi,dengeye dönüşendir sevgi..!! Sorarım size "Adam daha ne desin?"

Bir Şekilde

İnsanların ışık dediği şey çok uzağımda,
Çünkü artık hiçbirinin bilmediği bir karanlıktayım.
Kanım çoktan dondu akan sadece gözyaşım,
Hissettiğim ,görebildiğim bir tek şey senin varlığın.
Ya da olmadığın,
Bir şekilde sen.


Not: Bi şarkıdan...

11 Temmuz 2009 Cumartesi

CanYücel'inGözlerimizeKastıMıVar?



Bunca zaman bana anlatmaya çalıştığını kendimi bulduğumda anladım...


Herkesin mutlu olmak için başka bir yolu varmış
Kendi yolumu çizdiğimde anladım..


Bir tek yaşanarak öğrenilirmiş hayat okuyarak dinleyerek değil..
Bildiklerini bana neden anlatmadığını anladım.


Yüreğinde aşk olmadan geçen her gün kayıpmış
Aşk peşinden neden yalınayak koştuğunu anladım..


Acı doruğa ulaştığında gözyaşı gelmezmiş gözlerden
Neden hiç ağlamadığını anladım..


Ağlayanı güldürebilmek ağlayanla ağlamaktan daha değerliymiş
Gözyaşımı kahkahaya çevirdiğinde anladım..


Bir insanı herhangi biri kırabilir ama bir tek en çok sevdiği acıtabilirmiş
Çok acıttığında anladım..


Fakat hakedermiş sevilen onun için dökülen her damla gözyaşını
Gözyaşlarıyla birlikte sevinçler terk ettiğinde anladım..


Yalan söylememek değil gerçeği gizlememekmiş marifet
Yüreğini avucuma koyduğunda anladım..


''Sana ihtiyacım var gel ! '' diyebilmekmiş güçlü olmak
Sana ''git'' dediğimde anladım..


Biri sana ''git'' dediğinde ''kalmak istiyorum'' diyebilmekmiş sevmek
Git dediklerinde gittiğimde anladım..


Sana sevgim şımarık bir çocukmuş her düştüğünde zırıl zırıl ağlayan
Büyüyüp bana sımsıkı sarıldığında anladım..


Özür dilemek değil ''affet beni'' diye haykırmak istemekmiş pişman olmak
Gerçekten pişman olduğumda anladım..


Ve gurur kaybedenlerin acizlerin maskesiymiş
Sevgi dolu yüreklerin gururu olmazmış
Yüreğimde sevgi bulduğumda anladım..


SEVGİ EMEKMİŞ,
Emek ise vazgeçmeyecek kadar ama özgür bırakacak kadar sevmekmiş...



yass notu:
hayatımda okuduğum en nadide şiirlerdendir bu...beni hep duygulandırmıştır..bu kadar etkiler ama hala kalmasını istediğim birine "gitme" diyebilmeyi öğretememiştir...bunu can yücel başaramadıysa sevgili başarabilir mi,yoksa bu ZEN'in tabiriyle gen haritamla ilgili bi sorunmudur =) bekleyip görelim..










Uyku Sorunu ve Psychedelic Türk Televizyası


Bilimsel bir makale başlangıcı hissiyatı vermek için yapacağım giriş şöyle olacak:Uyku ,yüzyıllardır nedeni tam olarak bilim tarafından çözümlenememiş olgu! Lan ya da çözümlenmiştir belki, ben en son bıraktığımda bilim dünyası halen net bir cevap bulamamıştı buna.Sorunca "yok vucudun bi kendini kapaması ,rahatlaması gerekiyor", da niye diye soruyorsun adam sana "E şimdi vücut sistemi genel olarak...." arkadaşım yuvaralma net bişey söyle bana! YOK!Bilim dünyasına olan inanç kaybım nedeniyle çocukken aldığım Bilim-Teknik'lerden sonra küstüm kendilerine.Çünkü şu hayatta beni kendimden en çok soğutan,tüm sosyal hayatımı derin yumruk darbeleriyle tepetaklak eden şey bu uyku,uykusuzluk,boktan uyku düzen(sizliğ)im.Ve adam gibi bir cevap bile veremiyorlar bana.

Nedir bu düzensizlik peki?En kısa ve öz hali :uyuyamıyorum ve uyanamıyorum.Bu iki durum artık psikolojimede mıh gibi kazındığı için geri dönüşü de yok gibi gelmeye başladı bana.Uyumadan aralarda kahve takviyeli net 2 gün hiç uyumadığımı biliyorum.Deli gibi uykum oluyor ancak biliyorum ki uyursam uyanmayacağım ve ertesi gün varolan önemli(Okul,iş,buluşma) gibi bir yere gidemeyeceğim.Bu yüzden Pazartesi günleri beni insanlar hep sinirli hatırlayacaklardır.Çünkü haftasonu sonrası çoktan uyku sistemimin ağzına sıçılmış olup Pazar gecesi hiç uyumamışımdır.Yani benim Pazartesi Sendromların az biraz diğer insanlarda olandan farklı halde.

Bunun tam tersi bir durum olan uyanamama korkumdandır bu hiiç uyumadan geçirilen günler.2 gün uyumama rekoru olan bünyemin aynı zamanda 19 saat aralıksız uyuma gibi de bir rekoru da bulunmaktadır.O dönem ki kız arkadaşım gece 11 gibi uyumamızın ardından;okula gitmiş gelmiş ,beni halen uyuyo vaziyette bulduğunda bişey olduğundan korkmuş ,dürtmüş "Niyeaaaah" gibi anlamsız bir iniltiyle kendisini defetmemsonrası halen hayatta olmamın getirdiği rahatlıkla tv izlemeye başlamış beni unutmuş ve akşam saat 6 gibi ben aklına geldiğimde bir panikle benim tüm karşı koymalarıma rağmen şahsımı uyandırmıştır ve olası daha baba bir rekor kırmamın önüne geçmiştir.Uyandığımda oyun hamuru kıvamında olan bünyem,havanın da karadığını görünce iyice kendisinden tiksinmiştir.

Bu durumun başlangıcı çocukluğa dayanıyor,daha doğrusu şartlardan değil tamamıyle gen haritamın bana oynadığı bir oyun gözüyle bakıyorum duruma.O zamanda gece uyku tutmazdı anasınıfında bile sabahları zor uyandığım için beslenme saatinde giderdim okula.Geceleri babam "Uyu lan artık"şeklinde azar kayınca da "İsteyince nasıl uyunuyor ya ben beceremiyorum" diyerek savunurdum kendimi.Ve bi seferinde babamdan gelen tarihi cevap çocukluğumun ağzına sıçıyordu:"Uyumayı düşüneceksin!!"Abartmıyorum yaklaşık 5-6 yaşlarında aldığım bu cevap sonrası çook uzun bi süre, her gece yatağında kendi kendine Uyuucam,uyuucam,uyuucam..." diyerek çırpınan bir çocuk vardı.Allahtan 10-11 yaşlarında karşı cinsi farkettimde bu uyuucam rezaleti bi son buldu ,artık uyumadan önce "Lan evlenirim ben bu kızla allaama" diye hayal kuran normal bi çocuk vardı.

Günümüze geçiş yaptığımızda ,bu gerzek uyku düzeni yüzünden geceleri uyuyabilmek üzere Türk televizyonlarının köpeği olmuş durumdayım.Hani tv başında uyumaya çalışırsam bi anda kayar giderim şahanede uyurum mantığıyla.

Tek yaşıyorum; evde 1 i çift kişilik olmak üzere 3 adet yatak var ve ben bu tv bokuna boyumun resmen yarısı boyutta ki çiftli koltukta alabileceğim en kalitesiz uykuya tamah ediyorum.İşin garibi ,sanırım kediler gibi uyku kokusu bıraktım koltuğa ne zaman oraya uzansam bi esneme başlıyor.Sadece bende de değil eve gelen herkesi uyarıyorum koltuk hususunda.

Peki uyumak için favori programlarım neler?Aslında program değil kanal diye düzeltmek istiyorum!Çünkü Fox bu konuda çağ atlamış haldeydi 2 sene öncesine kadar.Gece 3 gibi Ahmet Çakar'la Şansa Bak isimli içinde bol azarın,bol kolpanın yer aldığı tv tarihinin mihenk taşlarından biri olan eşssiz "yarışma" benim ninnim olmuştu adeta.Ahmet Hoca'nın sesini duymadan gözüme uyku

girmez olmuştu.Bebekler için saç kurutma makinası sesi neyse Ahmet'in sesi de benim için öyleydi.Şöyle de bir ayrıntı vermek istiyorum ,sanırım en az 20 bölüm falan izledim yarışmayı 1 kere bile büyük ödülün verildiğine şahit olmadım,ki çevremde sordum soruşturdum ,görende yok.Heaa bu muazzam programda uyuyamadıysam köprüden önceki son çıkış namına Arka Sıradakiler isimli içinde "Müzük isyandır oğğlum metaldir,rocktır,Mor ve Ötesi'dir,Haluk Levent'dir,Manga'dır". cümlesinin kurulabilmiş olduğu ve Bülent Emin Yarar gibi büyük bir oyuncunun orda ne aradığına dair beni hezeyanlara sürüklediği dizimmm başlıyordu.Belki eşi Yaprak Dökümünden parayı kırmaya başlayınca ,Bülent Abi klasik erkek komplekslerine vakıf olmuştur ve bu güzide diziye başlamıştır.Şöyle bir kıstasa sahiptim o zamanlar eğer ki dizinin ilk 15 dakikası uyuyamadıysam artık uyusam da uyanamam deyip kendime kahve yapıyordum.Ahmet Hoca'nın major kanallara transfer olmasıyla(ki tutmadı) Fox'da ki bugece şölenim de sona eriyordu ve kendime bunu bahane ederek artık içerde ki çift kişilik yatağa transfer oluyordum.

Not:Yalnız bu uyuucam hadisesi aklıma takıldı du ben yarın gece bi daha deneyim belki bi faydasını görürüm=)

Not2:Yazının düzenlenmesi hususu acemiliğime gelmiş ,satırlar saçma sapan ayrılmış ,kelimeler olmadık yerlerden bölünmüş falan... İlk post olur öyle diyerek pişkinliğe vurur hiç düzeltmeye uğraşmam şahsen...

10 Temmuz 2009 Cuma

Öpücük Balığı!

önceden not:Türk insanı uzun yazı okumaz gibi bi durum var ama ben yine de içimde kalmasın bu şahane hikayeyi koyayım dedim buraya...
bu hikaye atilla atalay tarafından yazılmış ve gerçek anlamda okunmaya ve de takdir edilmeye şayan gayet güzel bi hikayedir.teşekkürler atilla atalay.

İşe telefon açıp, “gelirken buğday al” dedi. “naapıcan buğdayı kızım” diye sormadım.. söylemezdi ki.. dünyanın en sevimli delisiydi.. o öyle biriydi işte. küçücük giz dolu oyunlar başlatırdı. ne buğdayı, naapıcak acaba, nereden alıcam ben şimdi..
merak etmeye başladığım anda kendimi çoktan oyunun içinde bulurdum.. evet, oyun başlamıştı. savaş’a “buğday almam lazım, nerde satılır” diye sordum..

-haa?
-buğday
-eee, nolucak buğday?
-hiç.. tavuk buldum da bi tane.. buğday veriyim diyorum..
-sittir lan..

ciddi miyim diye gözlerime baktı.. ben de çok ciddi baktım..

-gültepe’de bir civcivci var ama.. buğday satar mı bilmem.. daha çok suni yem olur onlarda..
-yok, suni yem olmaz, buğday lazım.. yumurtanın sarısı doğal renginde olmuyo o suni şeylerle.. pis bi rengi oluyo.. en iyisi buğday..
-ha bi de yumurtluyo.. harbi tavuk yani, ciddi bi tavuk kimliğine sahip.. bir ara ben de besledim.. spenç tavuğu diyorlar.. tam yumurta tavuğuydu.. bazıları et tavuğu oluyor ya, pek yumurtlamaz onlar.. bak ne diycem, esas darı sever hayvan.. çift sarı çıkarır.. darı al sen ona..

oyun böyle bir şeydi işte.. o başlatırdı.. hayatınıza aniden buğday, darı, tavuk, yumurta ve size “yedi kafayı” diye bakan bir sürü insan girerdi.. komik, sürükleyen, ama paylaşılan giz nedeniyle bir o kadar da heyecanlı bir oyun..

büroda durduk yere başlattığım tavuk geyiğine daha fazla dayanamadığımdan, buğday bulmak üzere çıktım. buğday.. noolcak acaba.. kuruyemişçilerde var mıdır?

-keşkeklik mi? aşureye falan mı katçaanız?
-ne?
-buğday sormadın mı?
-ha evet, olabilir..
-sonunu dün sattım..yok..

hıyar kuruyemişçi! lan madem yok, niye aşure mi keşkek mi car car ediyorsun.. sana ne.. bu millet de bi tuhaf ha.. buğday var mı, var.. ya da yok. bitti, bu kadar.. sana ne ne olacağından. az kaldı özel hayatıma giriyordu herif.. hem bir tarım ülkesinde buğday bulmak bu kadar zor mu olur kardeşim.. sinirleniyorum ama.. hani lan bu ülke bir tahıl ambarıydı.. adam başı buğday olması lazım.. kendi kendime gülüyorum.. biliyorum, o da gülecek.. gülücez.. öpücem sonra.. sonra, sonra.. noolcaksa o buğdaylar..

mısırçarşısı’na gidiyorum, oradaki baharatçılarda kesin vardır.. bu arada, kendimi gerçekten tavuk gibi hissetmeye başladım.. buğday arayan acıkmış bir tavuk.. bık bık bık. bıdaaak.. aslında içimde garip bir mutluluk var. her şeyi birden unutup bir avuç buğday için istanbul’u dolaşıyor olmak içten içe hoşuma gidiyor. onu bu yüzden seviyorum galiba. bana da sıçrayan bir tılsımı var.. her şey bombok giderken, nooluyosa bir şey oluyor.. onun yarattığı illüzyona dalıp oyun oynuyorum.. çocukmuşuz biz.. o, mısır saçlı, habire sümüğünü çeken afacan bir kız, ben dizleri yara içinde haşarı bi velet.. dünyanın zillerini çalıp, vınnn kaçıyoruz.

şimdi ne kadar alıcam ki ben buğdaydan.. bir kilo yeter mi acaba? evde tarım yapıcak diil ya, yeter herhalde.. anlarmış gibi buğdayları karıştırırken yakaladım kendimi, iyisini seçicem sanki.. neyse, aldık işte.. bir kilo buğdayımız oldu. yanında bir tane de ufak rakı. manyağım lan ben.. bariz manyağım..

“geldi mi buğday” diye sordu. gözleri ışık ışık.. meraktan çatlıyorum ama, belli etmeden “ıhı” diye torbayı uzattım. cadı! aldı torbayı masanın üstüne koydu. ne olacak şimdi bu buğday? sormayacağım ama.. ”naaptın” dedi.. elinin körü.. saatlerdir buğday arıyoruz herhalde.. “toprak mahsülleri ofisine gittim canım. taban fiyattan destekleme alımı yaptım..” gülüyor. her şey o gülsün diye zaten.. bence onun kadar güzel gülebilen yoktur. ama bu gerçek yani. çok gülen insan gördüm ben. işim gereği. hakkaten bakın, ben bu konuda otorite sayılırım. ben sizinle geyik çevirirken o kayboldu. birazdan, elinde bembeyaz bir güvercin. “bak şimdi “dedi; “bu senin dilek güvercinin.. ona avucundan buğday yedireceksin, sonra gagasından öpeceksin ve bir dilek tutup gökyüzüne bırakacaksın.”

dedim ya, tılsımı var onun. aniden güvercin de çıkarır, tutup yaşamınızı bi saniyede masala çevirir.. bitmesin istersiniz.. “bitmesin” diye dilek tutup güvercini gagasından öptüm. balkona çıktık sonra. pıt pıt kanat sesi.. pıt pıt iki çocuğun yüreği.. balkona yıldız tozları mı yağdı? çok mu güldük.. peki çok gülmek iyi midir gerçekten.. ağlar mı sonra insan.. babaannem deli fadime’nin dediği gibi “dünyanın düz murâdı yok” mu.. “çok muhabbet tez ayrılık“mı peki.. noolur “öyle diilmiş” olsun. noolur bitmesin.. pıt pıt.. yüreğim.. gece.. yemin ederim, yıldız tozu yağıyor..

ertesi sabah kadriye oldu.. espiri olsun diye bahar temizliğine girişti. kadriye.. onun masal kahramanlarından biri. söylediğim gibi, yaşam bir oyun onun için. gerçekle dalga geçer hep, sevmez sanki.. ilk kadriye olduğunda yeni tanışmıştık.. yine işe telefon edip yufka ve çökelek istemişti. buğday gibi değil, onları daha kolay buldum ve eve gittim. kapıyı çaldığımda yeri siliyordu. “ayağını çıkar kocacım” dedi, “yeni sildim”. çok güldüm. yufkayla çökelekten “yanmaz tavada sana böreği” yaptı, yedik. sonra eline bir tığ alıp dantel örüyormuş gibi yapmaya başladı. “delirdi” diye baktım. saçlarına bigudi tuttururken “naapıyosun yaa” diye sordum. “nooluyo kızım”.. garfield gibi gözlerime baktı. “yarın eltimgil gelecek” dedi. sonra güldü. nasıl güldüğünü biliyorsunuz. o gün bana “annesi gibi” olmuştu. ya da benim annem gibi. oynuyordu. başka bir şey. herkesin “gerçek” diye bildiği şey, onun için sonuna kadar sahte ve saçmaydı. komikti ama, ürkütücüydü. yani hep oynanamazdı ki.. eninde sonunda hayat “bööle bişeydi” işte.yoksa değil miydi.. o kadriye olup “çekirdek aileyle” dalga geçmeye başlayınca ben de rolümü aldım. “fehmi” diye bir herif oluyordum. çizgili pijamamı ayağıma geçirdiğim gibi biraları içip televizyon karşısında pıt pıt zapping yapıyordum. gülüyorduk sonra. kadriye ve fehmi çekirdek rolünden çıkıp biz oluyorduk. pıt pıt, iki çocuk yüreği..

onun masal kahramanları bir tane değildi ki.. bazen müge ile furkan olurduk. aslında onlar bizim arkadaşımızdı. ama o, onların ilişkisini sahte ve anlamsız bulurdu. “kola alır gibi işte, birbirlerini ve herşeyi tüketiyorlar.” müge olduğu zaman “eskeyp’e gidelim mi, trafo’ya zıplayalım mı diye sorardı. ama asla gitmezdik. onun dünyasından çıkamazdım. ben çıkmak ister miydim peki? o zamanlar bu soruyu kendime hiç sormadım. o, “dışarıdakiler”i öyle iyi biliyor ve anlatıyordu ki, ara sıra “dışarı kaçtığımda” bile onunla oyun oynuyormuşuz, o bana “gerçeğin masalını anlatıyormuş” gibi olurdum..

ha bir de, en önemlisi “öpücük balığı” vardı.. onun en yalın ve samimi hali. “ben öpücük balığıymışım” deyip yanağıma bin tane masum öpücük konduruyor, dakikalarca pıt pıt pıt öpüyordu. öpücük balığı, öpücük balığı, pıt pıt pıt..

masallar biter mi, biter işte. arasına reklam girecektir, güzellik maskesi takılacaktır, savaş vardır, birileri öldürülecektir, birini kör bırakacaksınızdır, birinin yüreğini söküp atacaksınızdır.. zehirlenecek denizler, ağlatılacak çocuklar.. işiniz vardır yani, öyle önemli, öyle vazgeçilmezdir ki..

bir gün bana “gitme” dedi.. ama hep öyle derdi.. “yelkovan dokuzun üstüne gelinceye dek.. bu şarkıdan iki şarkı sonra..” hiçbir keresinde bırakmazdı beni. iyi, tamam, oynadık, bitti. dönüşte yine oynarız.. dinlemezdi.. ”bak şimdi bu çerez tabağını dökücez; leblebiler saatmiş, üzümler dakika, fındıklar günmüş ama.. sayalım, o kadar sonra git..” pazarlık ederdim. “fındık gün diilmiş, leblebi saat.. ona tamam.” “peki” derdi. sonra aniden nereden bulduğunu bilmediğim tek şamfıstığını çıkarıp “peki bu yılmış, yıl olsun“ derdi. “yüzyılmış tamam mı, ölüm gelinceye kadarmış..”

üzümleri, leblebileri falan sayardık sonra. tek şamfıstık, o yüzyıldı.. o ölümün geldiği zamandı. onu pek tartışmazdık. onu açar, yarısını yer, yarısını bana yedirirdi. sonra, sonra o öpücük balığı ve ayrılık..

“ben gidiyim” dedim.. sesi boğuktu.. ”gitme” dedi.. ama söyledim. hep öyle derdi.. giderdim sonra. döndüğümde oradaydı, bilirdim. yine “gitme” derdi..

“gitme” dedi.. gözlerinde yaş tomurcukları, birazdan duracak dünyalar, sanki hepimiz ölücez. “bu kez gitme”..

gitmesem olur sanki.. “ama bunun sonu yok ki” dedim.. “yok işte salak “dedi.. ”hep sonunu istiyorsun. sonu, bittiği yer, tükendiğim zaman.. yerine yenisini tüketmeye başlayacağın zaman.. bu kez gitme işte.. gitme..”

karşısında bir çocuk gibi duruyorum.. içimden bir çocuk o duvarı tırmanıp aşmaya çalışıyor ama olmuyor.. birileri yıllarca ördü o duvarı.. annem koydu bir tuğla, sonra babam.. dayım, öğretmenim, komutanım, patronum, radyom, televizyonum.. gidicem ben, işim var işim.. çıkıp sokak kedilerini tekmeliycem, yalan söyliycem, rakı içicem.. hasan’a borcum var.. tarık’la sözleştik, kaçıcaz hafta sonu, karı bulmuş.. ilknur iş arıyo sonra.. resmen iş istiyo işte, aramıştır.. onun yeri ayrı ama ilknur da fena değil şimdi.. işim var.. işim..

“gidiyim ben” dedim.. bu kez gözleriyle “gitme” dedi.. ben de ona “gözlerim sana mı kaldı” gibisinden baktım.. tek mi sana kısmet olacak sanıyorsun benim “çivileyen bakışlarım”.. işi var gözlerimin. kritik pozisyonlara bakıcam, topa konsantre olucam, top secret’ı izliycem, günlük kuru yakından takip edicem.. ilknur’un kalçalarına bakıcam.. mtv’nin klipleri, savaşlar, siyah-beyaz yerli filmler.. işi var gözlerimin..

sonra yıldırımlar çaktı.. hiç susmadım.. “hayat masal mıydı yani?.. dışarıda millet birbirinin gözünü oyarken, biz burada yanak yanağa.. noolcaktı yani.. leblebiden saat olur mu.. “vakit” denen nanenin ne demeye geldiğini herkes biliyor artık.. iyi.. pıt pıt pıt öpüşelim, sen beni seviyormuşsun, ben seni çok.. ee, anangil “oturma odası takımını erkek tarafı alsın” dediğinde ne bok yiyecez peki? öpücük balığını mı satacağız..” nefes nefese sustum..

“dışarıdakiler” dedi.. “dışarıdakiler, bunu beceremez işte.. öpücük balığını kimse alıp satamaz.. sen bile.. diyelim ki öyküsünü yazdın, beş para etmez..”

***

bir varmıştı, şimdi bir yokmuş..

nevizade sokağı’ndayız, yol boyu meyhane.. masanın altından ilknur’un elini tutuyorum.. dördüncü kadehten sonra sayamaz oldum rakıları. bir çingene, yanındaki masaya keman çalıp haykırıyor “dönülmeyyz akşamıyyn ufuğuğun daiiz, vakiyyt çook geyç artık..” elini darbukaya röntgen filminde her patlattığında gözümün önünde bi dudağı gökte bi dudağı yerde masal devleri görüyorum.. gümm! dev.. güm! lamba cini.. güm! haramiler..

kocaman bir davulun üstünde küçük bir şey kırıntıları dökmüşler gibi, belki öpücük balığının yemleri onlar.. hani onun en yalın ve sevimli hali gibi.. gümm!.. zıplıyor hepsi, gümm zıplıyor her şey.. ilknur’un göğüsleri kliplerdeki gibi havalanıp zıplıyor.. uçuşup tekrar yerine düşüyor, tabaklar, yıldızlar, sigaram.. canım yanıyor.. sonra pıt pıt pıt.. darbukaya üç parmak darbesi vuruyor çingene.. masalların sonunda gökten teklifsizce düşen üç elma bunlar.. ben görüyorum, ilknur görmüyor, kimse görmüyor..

müzik bitti.. ilknur bir şeye gülüyor.. masanın yanı başında, tuhaf, simsiyah gözlüklü, başı sımsıkı bağlı bir kadın var.. o hep var nevizade sokağında.. elinde kocaman bir çerez kavanozu, sormadan, avucundaki çay bardağını kavanoza daldırıp, bardak dolusu kuruyemişi masamıza boşaltıyor.. cebimden para bulup kadına uzatıyorum.. aklımda zamanın en acı tadı.. ”peki kaç leblebi var bunun içinde teyze” diye soruyorum.. kadının suratını yıllar bıçaklamış, sesinde hırıl hırıl alaycı bir öfke; “manyak mısın sen koçum?” diyor.. ilknur gülüyor, benim gözüme üç elma kaçtı, masalların kötü kalpli cadısı avucumdaki parayı yolarcasına kapıp yan masaya seğirtiyor..

az önce bir masal bitti, kimse bilmiyor.. öpücük balığı bir iskelede, güneş altında çırpınıyor.. ilknur’un gözlerinin işi var, benim yüreğim kovulmayı çoktan hak etmiş, boşta gezer.. uzaklarda bir çocuk, uyuyakalmış ninesini sarsıp “bana masal anlat” diye ağlıyor..
diyelim ki öyküsünü yazdım, beş para etmiyor..

Açılışımız Sessiz ve Sedasız Olacaktır!


Ben Zen denen bişey ve Yass denen diğer bişey bundan kelli bu adresten aklımıza ne gelirse,geldiği gibi kusmaya çalışacağız....Bütçe olarak çok destekli olmadığımız için açılışa fotoğrafta görüldüğü üzere jr bi folklor ekibi çağırabildik...biz ne vatana ne millete hayırlı olacak denli kendimizi kasmayacağımız için klasik cümleyi kuramıyorum...ya da kuruyorum layyn vatan millete hayırlı olsun..olsun dimi beeee!!!

Bunlarda Var:

Related Posts with Thumbnails